eskimeyen bilgelik
Işığın Mücevherleri tarafından sunulan çalışmalar; kurslar ve içerikler, Teosofi'nin derin perspektiflerini ve görüşlerini anlamak isteyenler için önemli bir kaynaktır. Bu eğitimler, Teosofi'nin temel prensiplerini kapsayarak, ruhsal arayışı olan bireylerin bilgelik yolculuklarında rehberlik etmektedir. Teosofi'nin felsefi ve mistik öğretileri, insanın evrensel bilincini genişletme ve derinleştirme amacını taşır.
Işığın Mücevherleri'nin sunduğu içerikler, bu öğretileri anlaşılır bir şekilde hazırlayarak bireylerin ruhsal gelişimine katkıda bulunmayı hedefler. Bu kaynaklar, aynı zamanda pratik uygulamalarla desteklenerek öğrenme sürecini zenginleştirir. Bu çalışmalar ile birlikte, bireyler kendi ruhsal potansiyellerini keşfetme ve evrensel bilgelikle derin bir bağ kurma imkanına sahip olurlar. Işığın Mücevherleri, ruhsal arayış içinde olan herkesi, Teosofi'nin ışığında bilgelik yolculuğuna davet etmektedir. Çalışmalarımız, bireylerin ruhsal dönüşüm sürecine rehberlik ederken, aynı zamanda evrensel bir anlayış ve içsel denge kazanmalarına yardımcı olur.
Sesin gerçek önemine işaret etmek için zaman ayırmaya değer, ancak harekete geçiren sezginin tesiridir… Modern ifadenin kullanımıyla, "Uzay'ın dördüncü boyutu"... Bilinen bir ifadedir ancak daha eksiksiz biçimin kısaltması olabilir. (Uzaydaki maddenin Dördüncü Boyutu) Ancak bu şekilde genişletilmiş olsa bile yetersiz bir ifadedir, çünkü evrimin ilerlemesindeki planlar bizi, maddenin yeni özelliklerine taşıyacaktır. Bunlar zaten aşina olduğumuz özelliklerden üç boyuttakilerden daha çoktur.
Yetenekler veya belki de mevcut en iyi terim olan, maddenin özellikleri, açıkça her zaman insanın duyularıyla doğrudan bir ilişki içinde olmalıdır. Maddenin, insanın mevcut duyularına karşılık gelen uzamı, rengi, hareketi (moleküler hareket), tadı ve kokusu vardır ve bir sonraki özelliği tam olarak geliştirdiği zaman- şimdilik geçirim diyelim- insanın bir sonraki duygusuna karşılık gelecektir. Buna “normal durugörü” diyelim ve bu nedenle, bazı cesur düşünürler maddenin maddeden geçişini ve sonsuz bir iplik üzerindeki düğümlerin üretimini açıklamak için dördüncü bir boyuta merak saldıklarında, onların gerçekten yoksun oldukları şey, maddenin altıncı bir özelliğiydi.
Üç boyut, maddenin gerçekten ancak bir niteliğine veya özelliğine aittir (uzam) ve popüler sağduyu, şeylerin herhangi bir koşulu altında uzunluk, genişlik ve kalınlık gibi boyutların üçten fazlasının olabileceği fikrine haklı olarak isyan eder.
Bu terimler ve "boyut" teriminin kendisi, tek bir düşünce düzlemine, evrimin bir aşamasına, maddenin bir özelliğine aittir. Kosmos'un kaynakları içinde maddeye uygulanacak ölçü kuralları olduğu sürece, onu üç şekilde ölçebileceklerdir ancak fazlasını değil… Bu düşünceler, zamanın ilerlemesiyle -insanlığın yetileri çoğaldıkça- maddenin özelliklerinin de çoğalacağı anlayışına kesinliğine hiçbir şekilde ters düşmez. — Gizli Öğreti Cilt 1 sayfa 251-2
Ezoterik felsefenin bakış açısından, soyut Uzaydan uzunluk, genişlik ve derinliğe sahip bir şey olarak bahsetmek asla uygun değildir, çünkü bu boyutlar yalnızca tezahür eden uzay için geçerlidir. Kolaylık sağlamak için Uzay iki biçimde var olarak tanımlanabilir: Soyut Uzay veya Sınırsız ve sınırlı uzay diyebileceğimiz buna eşdeğer olan tezahür eden uzay. Başka bir deyişle, ister bir güneş sistemi gibi birleşik sistemler olsun, ister daha küçük (insan veya bir atom) varlıklar olsun, hepsi tezahür eden varlıklardır. Sadece bu tür tezahür etmiş uzaysal cisimler arasında ister büyük ister küçük olsun, boyutlardan doğru bir şekilde bahsedebiliriz, çünkü bunlar konum ve hacim olduğu kadar mesafe ve yönü de ifade eder. Dolayısıyla bizim kendi güneş sistemimiz, Sınırsızın soyut Uzayında var olan tezahür etmiş uzayın bir parçasıdır.
Üçten fazla uzay boyutundan bahsetmek, basitçe terimlerin yanlış kullanımıdır, çünkü boyut ölçü anlamına gelir ve ölçülebilen yalnızca somut şeylerdir. Örneğin Sonsuz, ölçülmediği için boyutları yoktur. Bununla birlikte, dördüncü, beşinci veya altıncı boyut fikri, içsel ve aşkın dünyaların, yani deyim yerindeyse görünmez kürelere doğru olan yönlerin ve mesafenin bir sezgisidir. Boyut kelimesi yalnızca bu anlamla sınırlandırılsaydı, ayrıca bir itiraz olmazdı ama ne yazık ki modern bilim ve felsefe, dışsal dünyalar ve küreler içindeki ve onlar tarafından görülmeyen dünyaların ve kürelerin gerçekliğini henüz net olarak tasavvur edememiştir. Öte yandan, belirli açılardan bilimsel teori ve spekülasyon o kadar yüksek derecede metafiziksel hale geliyor ki, sadece belirli noktalarda ezoterik felsefenin öğretileriyle birleşmeye başlamakla kalmıyor, aynı zamanda bazı durumlarda bu öğretileri gerçekten aşıyor ve bir noktaya doğru ilerliyorlar.
Örneğin, evrenin genişlediği ve tüm farklı gök cisimlerin birbirlerine olan uzaklığı ile orantılı olarak artan hızlarda birbirlerinden uzaklaştıkları fikri, büyük ölçüde Abbe Lemaitre'den kaynaklanmaktadır ve teori, çoğu zaman sezgisel olan Eddington ve diğer bilimsel düşünürler tarafından konseptin bütünlüğü içinde benimsenmiş gibi görünmektedir. Bununla birlikte, genişleyen evren kavramının kabul edilemez olmasının birkaç nedeni vardır. (Bkz. The Esoteric Tradition, 3rd & rev. ed., pp. 218-9)
Bazen hem bilimde hem de felsefede, matematiksel öğütücünün yalnızca içine konulanı öğüttüğü unutuluyor gibi görmektedir. (Doğrayıcıdan çıkan her şeyin diğer uçtaki hazneye konulması gibi.) Matematik, insan düşüncesinin bir aracıdır, uçsuz bucaksız değere sahip bir entelektüel araçtır, ancak açıkçası ne gerçeği ne de doğruları kendi başına üretebilir.
Okültizm, bir evren, bir güneş, bir insan veya başka herhangi bir varlık olsun, büyük ve küçük her şey, insan kalbine benzer, devamlı bir seküler-döngüsel doğasını onaylar, diyastol ve sistol sistemler çalışır. Bu döngüsel genişlemeler ve kasılmalar, kozmik kutupların veya belki de evrensel kalp atışı diyebileceğimiz şeyin tezahürleridir ve Hollandalı astronom ve matematiksel fizikçi Willem de Sitter bu gerçeğin bir sezgisini kavramış gibi görünmektedir. Ancak Lemaitre'ye göre orijinal bir titanyum atomun muazzam kozmik genişlemesi olan genişleyen bir evren fikri tamamen yanlıştır.
Bu tür bir kozmik diyastol ve sistol, genişleyen Evren gibi hiçbir şey değildir. Evrenin çerçevesi veya bedeni ister bu terimle galaksiyi ister galaksilerin toplamını kastedelim, Manvantara döneminde göreli olarak hem yapı hem de biçim açısından sabittir. (Tam olarak büyümesine ve işlevine kavuştuğunda, insan kalbi nasılsa öyledir.)
Bilim insanları, uzayın sınırsız olduğunu ve sonuç olarak, teorilerine göre bir sürekli genişliyorsa, bizden uzaklaşan bulutsuların ve diğer gök cisimlerinin sonunda ışıktan çok daha büyük bir hıza ulaşacaklarını görmezden gelmektedirler. Ancak modern bilimsel teorinin kendisine ve Einstein'ın genel görelilik teorisine göre bu imkânsızdır!
Uzayı zamandan, ya da daha doğrusu zamanı uzaydan ayrı olarak düşünmenin kesinlikle imkânsız olduğunu anlamak için biraz düşünmek gerekir. Uzaydan ayrı olarak var olan zaman ya da daha doğrusu uzayla bağlantılı bir zaman olmasaydı, uzay birbirini izleyen iki an için var olamazdı ve benzer şekilde zaman, yalnızca zamanı doğuran uzayın devam etmesi nedeniyle var olmaktadır. Kozmik zihin sadece uzayı doldurmakla kalmaz, aynı zamanda uzay ve zamandır ve kozmik zihin sonsuz süre boyunca olduğu, sürekli olduğu için zamanın kendisi, sonsuz süre içinde var olur.
Bu düşünce çizgisini takip ederek, soyut zihin veya bilincin veya bazen ruh veya tanrısallık olarak adlandırılan şeyin, devam etmesi için zamana veya süreye sahip böyle bir mekân içinde olması gerektiğini de anlıyoruz. Zekâ, kozmik zihin, kozmik uzay ve bitmeyen zaman olmak üzere üç sonsuzluğa sahip olamayacağımıza göre, çünkü bu mantıksal bir canavarlık olurdu, bu nedenle bunlar özlerinde üç farklı ancak üç ayrı şey değil, yalnızca, bunların altında yatan ve her zaman kalıcı olan Gerçeğin üç görünümüdür.
O halde, zihin ya da bilinç, süre ya da soyut zaman ve uzayın temelde bir olduğunu görüyoruz; ancak tezahür sırasında tümü sınırlı olan varlıkların tekamüllerinin getirdiği sınırlamalar nedeniyle, zaman periyotlarına bölünmüş sürenin görünümlerine veya mayasına -ya da daha doğrusu Mahamaya- sahibiz; uzaysal birimlere bölünmüş soyut uzay ve benzer şekilde kozmik akıl veya bilinç, ilahi olanın en kutsal seviyesinden maddesel dünyalardaki varlıkların en kaba olanlarına kadar değişen küçük zekâlarda veya bilinçli varlıkların akışlarında kendini ifade eder. Bizi çevreleyen farklılıkları ve harika çeşitliliği ortaya çıkaran, bu yanıltıcı bölünmeler veya tezahür eden yaşam nehirleridir ve sonuç olarak bize akan zamanın bir şey olduğu, uzayın oldukça farklı bir şey olduğu ve bilincin de özünde farklı olduğu şeklindeki maya veya yanılsamayı üretir.
Böylece süre hem uzay hem de kozmik zihinle aynıdır. Yine de gizemlerin gizemi, Uzay-Zihin-Süre bile, İsimsiz ya da “O” olarak adlandırılan tarifsiz Gizemin en yüksek zekâmızın üretimi ya da görünüşüdür. Aynı şekilde, geçmiş ve geleceğin, doğru bir şekilde anlaşıldığında, "ebedi şimdide” birlikte eridiğini fark ederiz.
H.P.B. Gizli Öğretide (Cilt I sayfa 37) zamanla ilgili şu dikkate değer ifadeye yer vermiştir:
Zaman, biz sonsuz süre boyunca seyahat ederken bilinç durumlarımızın birbirini takip etmesiyle üretilen bir yanılsamadır ve yanılsamanın üretilemeyeceği hiçbir bilinç yoktur, böyle bir bir mekân yoktur ancak "uyku halinde olma" durumu geçerli olabilir. Şimdiki zaman, sonsuz sürenin gelecek dediğimiz kısmını, geçmiş dediğimiz kısmından ayıran matematiksel bir çizgidir sadece. Yeryüzündeki hiçbir şeyin gerçek süresi yoktur, çünkü hiçbir şey değişmeden veya bir saniyenin milyarda biri kadar aynı kalmaz ve şimdiki zaman olarak bilinen "zaman" bölünmesinin gerçekliğine dair sahip olduğumuz duyum, o anlık bakışımızın bulanıklaşmasından kaynaklanır ya da gelecek dediğimiz idealler bölgesinden geçmiş adını verdiğimiz hatıralar bölgesine geçerken, duyularımızın bize verdiği şeylerin art arda bakılmasıyla elde edilir. Aynı şekilde, retina üzerindeki bulanık ve sürekli izlenim nedeniyle anlık elektrik kıvılcımı durumunda “süre” hissi yaşarız. Gerçek kişi ya da şey, yalnızca herhangi bir anda görülenden ibaret olmayıp, maddi formda ortaya çıkışından yeryüzünden kaybolmasına kadar çeşitli ve değişen tüm koşullarının toplamından oluşur. "Gelecekte” ve "geçmişte" ebediyen var olmak için maddeden derece derece geçen bu "toplamlardır.”
Ayrıca (Cilt I sayfa 62): “Kadim bilgelik sınırsız süreyi koşulsuz olarak ebedi ve evrensel Zaman ve koşullu bir Zaman (Khandakala) olarak böldüğünü söyler. Biri sonsuz zamanın soyutlanması veya numenidir (Kala); diğeri ise onun fenomeni olarak, periyodik şekillerde ortaya çıkar. Bu ortaya çıkış Mahat'ın Manvantarik süre ile sınırlı Evrensel Zekânın etkisi olarak meydana gelir."
Khandakala'nın, parçalanmış zaman anlamına gelen Sanskrit dilindeki bileşik bir terim olduğunu ve tezahür eden evrendeki sürenin ister uzun ister kısa olsun, zaman dilimlerine bölünmüş bir görünüme sahip olduğunu belirtmek yardımcı olabilir. Dolayısıyla bir yıl, soyut zamanın yaklaşık 365 günlük sınırlı bir zaman dilimine "kırılmasıdır". Yıllar birbirini kovalarken, sürekli akan zaman dediğimiz bir varlığın Mayavari etkisini üretirler; yine de döngüsel yapıları nedeniyle bize zamanın bölünmüş veya parçalanmış bir şekilde tezahür ettiği, ancak yine de kendi içinde bölünmemiş olduğu izlenimini verirler. Bu anlayışın tek yanlış yönü, zamanın kendi başına bir şey olarak görülmesi ve bu zaman dilimlerinin ortaya çıktığı mekân ve zihinden farklı olmasıdır.
Uzay-zaman sürekliliği, esas olarak Einstein'ın matematiksel ve felsefi dehasına bağlı bir ifadedir. Matematikçilerin görüşleri büyük ölçüde farklılık gösterdiğinden, bununla tam olarak ne kastedildiğini saptamak her zaman kolay olmasa da genel fikir açıktır: Uzay ve zaman iki ayrı ve farklı mutlak değil, evrenin iki yönüdür onlar tek ve aynı esas varlıktır. Bununla birlikte, eksik olan, tezahürde eşgüdümlü faktörler olarak hem uzay hem de zamanın kozmik Spirit ve maddenin bir sonucu olduğuna dair çok daha büyük anlayıştır; yine de Sir James Jeans gibi bazı bilimsel filozoflar, uzay-zaman sürekliliğinin gizemli bir şekilde kozmik zihinle bağlantılı olduğuna dair bir sezgiye sahiptirler.
Kozmik zihin, zaman ve uzayın hepsi tek olmasına rağmen, kosmik Manvantara sırasında üç farklı varlık gibi görünürler ve Birin üçe bu belirgin şekilde bölünmesi, kadim felsefenin Mahamaya dediği şeydir. Az önce de söylediğimiz gibi, bilimsel uzay-zaman sürekliliğinin ihtiyaç duyduğu şey, uzay-zamanın kosmik bilinç veya kosmik zihinle ve eşit derecede kosmik madde ile özdeş olduğunun kabul edilmesidir. Bunları tek bir birleşik ve temel gerçek ile harmanlayın ve oluşan büyük resmin küçük bir kısmı hakkında fikir sahibi olduğumuzu fark edin.
Uzay-zaman sürekliliği gerçeğe doğru atılan ilk tereddütlü adımdır, kadim öğretinin olduğu gibi, tezahür etmiş tüm evrenler ilksel süper Spiritüel durumlarına geri döndüklerinde, birçoklarının Bir'e yeniden girmesine-dahil olmasına dair bir sezgidir.
Tezahür ilksel Spiritüel homojenlik içinde çözülür, böylece sadece tezahür etmiş uzay yok olmaz ve zaman da aynı şekilde uzayla birlikte alter egosu da sona erer, aynı zamanda kozmik zihin kosmik Spirit’e yeniden dahil olur ve bu nedenle kaybolur.
Chhandogya-Upanishad'ın (I, 9, 1) sözleriyle:
"Bu dünya neye geri dönüyor?"
"Uzaya (Akaşaya)" dedi. "Gerçekten, buradaki her şey uzaydan ortaya çıkıyor. Uzaya geri dönüyor, çünkü uzay tek başına bunlardan daha büyüktür; uzay nihai hedeftir."
Brahman evreni soluduğu zaman, bu Büyük Nefes'in dışarı akmasıdır ve bunun sonucu olarak anında Brahma haline gelir; bu kosmik (veya kozmik) Manvantaradır, Brahma'nın yaşam süresidir. Bu yaşam süresi sona erdiğinde, Brahma kendi ruhsal özüne veya Brahman'ına yeniden girer ve tezahür etmiş tüm uzay soyut veya potansiyel Uzayda kaybolur ve bu Büyük Nefesin alınması (içine çekilmesi) veya kosmik Pralaya'nın başlangıcıdır.